Objektif Bakmak Ne Demek? Gerçeğe Tarafsız Gözle Bakmanın Felsefi Derinliği
Bir filozof olarak düşünmenin en zor yanlarından birinin, kendi düşüncelerimizin bile gölgesinden kurtulmak olduğunu fark ederiz. Çünkü her insan, yaşadığı çağın, kültürün ve kişisel deneyimlerin izlerini taşır. Buna rağmen, insanlık yüzyıllardır “objektif bakmak” idealinin peşindedir. Peki bu gerçekten mümkün müdür? Yoksa “tarafsızlık” dediğimiz şey, ulaşılabilir bir hakikat değil de bir düşünsel yönelim midir?
Bu sorunun peşine düşmek, yalnızca bilgiyle değil, aynı zamanda insanın varoluşuyla da yüzleşmek anlamına gelir. Çünkü objektiflik, sadece bilginin değil, aynı zamanda varlığın ve ahlakın da merkezinde yer alır.
Objektif Bakmak: Gerçeğe Duygudan Arınmış Bir Yaklaşım mı?
Objektif bakmak, bir olayı, kişiyi ya da olguyu kişisel duygulardan, önyargılardan ve çıkar ilişkilerinden bağımsız olarak değerlendirebilme çabasıdır. Yani bir anlamda, insanın kendi benliğinden geçici olarak sıyrılarak olgulara “kendinde şey” olarak yaklaşmasıdır.
Ancak bu tanım, ilk bakışta basit görünse de, insan doğasının sınırlarını zorlayan bir ideali temsil eder. Çünkü her gözlemci, farkında olmadan kendi perspektifini, dilini ve kültürel kodlarını o gözleme taşır. Objektiflik bu nedenle yalnızca bir yöntem değil, bir etik sorumluluktur.
Epistemolojik Perspektif: Bilginin Nesnelliği Üzerine
Epistemoloji, yani bilgi felsefesi açısından bakıldığında, objektiflik bilginin kişisel inançlardan bağımsız olma niteliğidir. Descartes’tan Kant’a, Popper’dan Kuhn’a kadar pek çok filozof bu konuyu tartışmıştır.
Descartes, “kesin bilgi”ye ulaşmak için şüpheyi araç olarak kullanırken, Kant bilginin her zaman insanın zihinsel kategorileri aracılığıyla biçimlendiğini savunur. Bu durumda şu soru ortaya çıkar: “İnsan zihninden geçen bir düşünce gerçekten ne kadar tarafsız olabilir?”
Modern bilim, gözleme dayalı yöntemlerle objektifliği sağlamaya çalışsa da, Thomas Kuhn’un belirttiği gibi her bilimsel paradigma bile kendi çağının değerleriyle biçimlenmiştir. Yani mutlak objektiflik, bilginin doğasında değil, onun arayışında gizlidir.
Gerçeğe Ulaşmak mı, Yaklaşmak mı?
Bir epistemolog için “objektif bakmak”, gerçeğe ulaşmak kadar, ona yaklaşma çabasını da içerir. Çünkü bilgi, hiçbir zaman tamamen özneden kopuk olamaz. Bu noktada objektiflik, bir “nihai hakikat” değil, bir “yaklaşma etiği” olarak anlam kazanır.
Etik Boyut: Objektifliğin Vicdanla İmtihanı
Etik felsefede objektiflik, adalet ve tarafsızlıkla yakından ilişkilidir. Bir yargıcın, bir bilim insanının veya bir gazetecinin objektif olması, vicdanını değil, kişisel eğilimlerini askıya alabilmesi anlamına gelir. Ancak etik açıdan bu, bir paradoks doğurur: Tamamen duygusuz bir insan, adil olabilir mi?
Empatiyi dışlayan bir objektiflik, soğuk bir mekanizmaya dönüşür. Öte yandan, aşırı öznel bir bakış da gerçeği çarpıtır. Bu durumda etik denge, insanın duygularını bastırmadan, ama onlara teslim olmadan düşünmesinde yatar. Gerçek objektiflik, hissiz olmak değil; hissin bilincinde olarak adil davranabilmektir.
Etik Bir Soru: Objektiflik mi, Sorumluluk mu?
Kant’ın “ahlak yasası” anlayışı burada anlam kazanır: İnsan, eylemlerini evrensel bir ilkeye göre yönlendirmelidir. Bu durumda objektiflik, kişisel çıkarların ötesinde, herkes için geçerli bir ilkeye sadakat demektir.
Ama şu soru akılda kalır: “Eğer objektiflik duygudan bağımsızsa, vicdan nereye konur?”
Ontolojik Perspektif: Varlığın Gerçekliğine Tarafsız Bakmak
Ontoloji, yani varlık felsefesi açısından objektif bakmak, var olanı olduğu gibi görebilme yetisidir. Bu, insanın kendi benliğini bir kenara koyarak varlığa doğrudan tanıklık etme çabasıdır. Heidegger’in ifadesiyle insan, varlığı anlamlandırırken aslında kendi varoluşunu da ortaya koyar.
Bu durumda objektiflik, sadece dış dünyaya değil, kendi iç dünyamıza da tarafsızca bakabilmektir. Kendi önyargılarımızı, arzularımızı, korkularımızı fark edebilmek — en derin ontolojik cesarettir.
Çünkü bazen en büyük öznellik, dış dünyada değil, kendi içimizde gizlidir.
Varoluşsal Bir Denge: Nesnel Olmak mı, Gerçek Olmak mı?
Bir filozof için bu, şu soruda düğümlenir: “Gerçeğe nesnel olarak yaklaşmak mı, yoksa onu öznel deneyimle içselleştirmek mi daha doğrudur?”
Belki de ikisi birbirini tamamlar. Objektiflik, varlığı “dışarıdan” anlamak; özne olmak ise onu “içeriden” hissetmektir. Gerçek bilgelik, bu iki kutup arasında denge kurabilmektir.
Sonuç: Objektiflik Bir Hedef Değil, Bir Yolculuktur
Objektif bakmak, duygulardan, önyargılardan ve çıkar ilişkilerinden arınmış bir zihinsel tutumdur. Fakat insan doğası gereği tamamen tarafsız olamayabilir. Bu nedenle objektiflik, bir varış noktası değil, sürekli bir farkındalık sürecidir.
Objektif bakmak, hakikatin uzağında kalmamak için kendimize rağmen düşünme cesaretidir.
Gerçek filozof, yalnızca dünyaya değil, kendi yargılarına da dışarıdan bakabilen kişidir.
Ve belki de en temel felsefi soru hâlâ geçerlidir: “Bir insan, gerçekten kendi gözünden bile bağımsız bakabilir mi?”